Şikago Yedilisi'nin Yargılanması

Film

Netflix platformunda yer alan Şikago Yedilisinin Yargılanması filmi 60’larda geçen bu politik davayı tekrar hatırlatmış ve dikkatleri yeniden bu konuya çekmiş görünüyor. Biz de film üzerinden gerçekte neler yaşanmıştı bir göz atalım istedik.
Aaron Sorkin’in yönetmenlik ve senaristliğini yaptığı film, izlenirlik açısından neredeyse hiçbir detayı abartmış görünmüyor. Filmi izlerken yaşanan pek çok durum bana istemsizce Gezi’de yaşananları hatırlattı. Nedense sivil toplum ile devletin bastırma aygıtları her yer ve zamanda aynı mekanizma ile işliyor. İşe yaradığı için sanırım…

Vietnam Savaşı ve 68-69 Hareketleri
Vietnam Savaşı’nın patlak verdiği dönemde, Vietnam’ın kuzeyini Rusya ve Çin gibi ülkeler desteklerken güneyi ise Amerika tarafından destek görüyordu. Bunun sonucunda Amerikan ordusu fiilen katıldığı savaşta milyonlarca Amerikan askeri ve Vietnamlının ölümüne neden olmuştu.
The Whole World’s Watching!

Bu insanlık suçuna ortak olmak istemeyen sivil toplum örgütleri ve öğrenci hareketleri, devletin savaş politikasına tepki olarak barışçıl bir yürüyüş gerçekleştirmek üzerine Lincoln Park’ta toplandılar. Ancak polisin güç uygulaması sonucu yürüyüş çeşitli kollara dağıldı ve şehrin bir başka bölgesinde toplanan grup ablukaya alınarak yoğun şiddete maruz kaldı. Hatta filmde de gösterildiği üzere polis memurları yaka isimleri ve rozetlerini çıkararak gençlere saldırıyorlar.
Dava Süreci

Halihazırda fazlasıyla zayiat veren Amerikan devletinin ise halkın desteğine her zamankinden daha çok ihtiyacı vardı. Dolayısıyla, bu olaylar büyümeden önüne geçebilmek için harekete katılan örgüt liderlerinden 7 kişiyi isyanı kışkırtmak ve devlete karşı komplo kurmak suçlarından yargıladılar. Hatta toplumsal olarak bu davayı daha da öcüleştirmek için Şikago’da yalnızca 4 saat bulunmuş Afro- Amerikalı kişiyi de davaya ekleyerek sekiz kişiden oluşan sanıkların dava sürecini yargıç Hoffman’ın örtülü nefreti ile birlikte izliyoruz. “Yok artık! Bu kadar da olmamıştır.” dediğimiz her şey maalesef ki örnek gösterilen Amerikan demokrasisinde gerçekten yaşanmış antidemokratik süreçler olarak karşımıza çıkıyor.
Devlet Karşısında Sivil Toplum

Evrensel insan haklarını ihlal eden uygulamalara boyun eğmek istemeyen bilinç sahibi sivil toplumun fikir beyan etme gücü her zaman sözde demokrasilerde bastırılmaktadır. Anlaşılan o ki, uygulanan şiddetin derecesi farklılaşsa bile bu durum birinci veya üçüncü - beşinci dünya ülkesi fark etmeksizin devamlı yaşanmaktadır. Tabii zamansal farklılıklar gözetilmekle…

Kurumsal siyasetin kendi çıkarı için kulak tıkadığı hak ve özgürlük taleplerini susturma şekli ve kullandığı yöntemler hep aynı görünmektedir. İster Amerika’da 68-69 olayları olsun ister Yugoslavya’da Tito döneminde üniversitelerde yaşanan öğrenci hareketleri olsun isterse de tüm alanları işgal edilmiş insanların son yeşil alanlarını korumak istedikleri Gezi sürecinde olsun..
Bu yöntemler, toplumun politik sorunlarda söz sahibi olmasını engellemek için, bir nevi göz korkutmak amacıyla uygulanan baskın şiddet, bu şiddeti meşrulaştırmak içinse kamuoyuna sivil örgütlenmeleri öcüleştirerek tanıtmaktır. Buradaki sloganlar bu grupları tehlikeli göstermek için, savaş karşıtı, çevreci, hak ve özgürlük savunucusu insanları vatan haini ilan ederek sosyal- politik konulardan uzak duran insanların milli ve güvenlikçi (muhafazakar) duygularını sömürmeye yaramakta, kendi şiddet faaliyetlerini aklamaktadır.

Böylelikle sivil toplumun sesini ortadan kaldırma amacı güden acımasız şiddet organlarını da, karşı tarafı saldırgan göstererek kabul edilebilir hale getirir. Sivil toplumun örgütlülüğünü kendince bir tehlikeye bağlayamıyorsa da olabildiğince marjinalleştirir ki yalnızca kırkta yılda bir sandıkta oy kullanarak demokratik bir rejimde yaşayan kitlenin “normal”inden uzak ve tehlikeli görülebilsin ve bu girişimlere istediği kuvvetle saldırabilsin. Görüyoruz ki aynı eskimiş formül, kuşaklar boyu, her coğrafyada maalesef ki işler durumdadır.
Comments