top of page

Acı Çikolata

Güncelleme tarihi: 10 Oca 2023


“Çok beğenseler de, yemek için can atsalar da genellikle insanlar çok açgözlü görünmemek ve son lokmayı diğerlerine bırakmış olmak düşüncesiyle tabaktaki son biberi almaya cesaret edemezlerdi. Böylece, içinde narın serinliğini, acitron’ un tadını, biberin acısını, cevizin yararlarını, akla gelmeyecek pek çok lezzeti barındıran bu harika biber el sürülmeden servis tabağında kalırdı. Aşkın tüm sırlarını içinde saklayan bu güzelim ceviz soslu biber dolmasına, görgü kurallarına uymak adına, kimse elini uzatmazdı.”

Bir anlatı, karakterlerin ruhsal durumuna dair ayrıntıları elindeki tüm araçları kullanarak ne kadar çok zihnime sunuyorsa o kadar kalpten bir bağ kuruyorum. Mesela okuduğum hikâyenin içinden çeşitli müzikler, kitaplar, filmler, tatlar ve kokular geçiyorsa o oranda hayalimde canlandırması ve karakterlerin hislerinde ortaklık sağlamam kolay oluyor.



Acı Çikolata Laura Esquivel Konusu Yorum Eleştiri

Meksikalı yazar Laura Esquivel’in kitaplarına da yoğunluklu bir mutfak sıcaklığı hâkim genelde. Mutfak demişken de çoğunlukta kadınların etrafında dönen, dişiliğin, hâkim düzende yerini açmasıyla taçlandırdığı hikâyeler…


“Acı Çikolata” Meksika mutfağına ve kültürüne ait bir bakış sunuyor bizlere. Kitabın her bölümü ülke mutfağından bir yemeğe ait gerekli malzemeler ve tariflerle başlıyor. Tabii sade bir yemek kitabı değil karşımızda duran. Yemeklerine, çocukluğundan itibaren her duygusunu sığdıran Tita’nın kültürüne ait çağ dışı uygulamaları karşısındaki çaresizliğine ve yalnızlığına da tanık oluyoruz bu esnada. Öte yandan Meksika devrimini arka planına alan kitap, bizlere hem geleneksel Meksika kültürünün hem de devrim şartlarının insanların hayatlarında nasıl izler bıraktığını aktarıyor.



Tita, De La Garza ailesinin en küçük kızı olarak, ölene kadar annesinin bakımı ile yükümlü. Bu nedenle evlenmesine ve kendine ait bir hayat inşa etmesine izin verilmiyor. Dolayısıyla mutfakta kimliğini bulan bu kadının yeri, evin içi, hayatına hükmeden kanunlar ise otoriter bir karaktere sahip olan annesi Elena Anne’nin sözleri.. Annesinden beklediği takdir ve sevgiyi göremeyen Tita’nın yalnızlığına esas ortak olan kişi ise evin yemeklerini yapmakla görevli Nacha oluyor.





Gün geliyor Tita, Pedro isimli bir gence âşık oluyor ancak Pedro kendisi ile evlenmek istediğinde Elena Anne buna şiddetle karşı çıkarak ona geleneklerini hatırlatıp büyük kızı Rosaura ile evlenmesini öneriyor. Pedro’nun bu teklifi kabul etmesi Tita’yı hayal kırıklığına uğratsa da daha sonradan anlıyoruz ki Pedro kendisi ile aynı evde yaşayabilmek için bu yolu tercih etmiştir. Bundan sonra gelişen olaylar ise Tita’nın kaderine boyun eğdiği, kendini mutfağıyla sınırlı bir alanda ancak ifade edebildiği bir duruma sürüklüyor. Ve Tita’nın duygu dünyası da evin içi ile mutfak arasındaki dar bir alanda karma karışık bir hale geliyor. Tita’nın hüzünlerini ve tutkularını Meksika’nın insanın damağında ve kulağında tam olarak şehvet, acı, neşe uyandıran yemeklerinde duyumsuyoruz.


“ Merdivenlerden aşağı akan sular telaşlandırmıştı John’u. Odaya girip de bunun Tita’nın gözyaşlarından kaynaklandığını anlayınca rahatladı. Chencha’ya hem getirmiş olduğu çorba için hem de hiçbir ilacın başaramadığını başarabildiği için teşekkür etti. Tita sonunda ağlayabilmişti. … Daha sonra Tita, Chencha ve John hep birlikte odayı, merdivenleri ve alt katı basan gözyaşlarını kuru bezlerle sildiler.”

Esquivel'e Değinmeden Olmaz !

Esquivel’in insanı saran ve adeta peşinden sürükleyen bir anlatım dili var, dolayısıyla özellikle kadın karakterlerin bireysel özgürlük mücadelesine dair bir hikâye dinlemek isteyenler için nokta atışı bir kitap. Laura Esquivel, iyi bir anlatıcı olmasının yanı sıra büyülü gerçekçilik akımının da yaşayan bir temsilcisi. Dolayısıyla romanında aktardığı olaylar, özellikle de duygu yüklü anlarda tercih ettiği anlatım dili yer yer gerçek üstü ve mistik bir hal alıyor. Bu sayede karakterlerin duygularını derinden hissedip, anın büyüsüne kapılabiliyoruz. Bu yüzden Esquivel’in romanında en çok sevdiğim şeyin bu anlatım türü olduğunu söyleyebilirim. “Acı Çikolata” bana biraz çocukken izlediğim Brezilya dizilerini biraz bilinmeyen zamanların şifacı kadın karakterlerini biraz da yolu mutfaktan geçen tüm filmlerden bir parça anımsattı.


Film demişken..


“Acı Çikolata” aynı isimle 1992 yılında gösterime giren filme de konu olmuştur. Yönetmenliğini yine Meksikalı Alfonso Arau’nun yaptığı film ‘En İyi Yabancı Film’ dalında Altın Küre adaylığı ile birlikte pek çok ödül kazanmıştır. Filmin başrollerinde (Tita) Lumi Cavasoz, Marco Leonardi (Pedro), Regina Torne (Mama Elena) ‘un yer aldığı film başarılı bir beyazperde uyarlaması olarak karşımıza çıkmaktadır. (Imdb puanı: 7.1)


Öyle ki kitabını okuduktan sonra izlediğim film, neredeyse birebir kitabın görsel hali ile karşı karşıya kalmışım gibi hissettirdi. Kitapta yer alan olaylar, hiçbir kronolojik öğe atlanmadan neredeyse tüm detayları ile aktarılmış ve karakterlerin duygu durumlarının da seyirciye geçmesi sağlanmıştır. Dolayısıyla, romanın bir solukta okunabilir özelliği, film için de geçerli hale gelmiş bir oturuşta izleyebileceğiniz, iç ısıtan film ihtiyacını karşılayacak filmler arasında yerini almıştır.



“Hepimiz, içimizde bir kutu kibritle doğarız. Ama tek başımıza bunu yakamayız. …Örneğin, oksijen, sevdiğimiz insanın nefesinden gelebilir. Mum aleviyse güzel bir yemek, müzik, okşamalar ya da güzel sözlerdir. Bunlardan biri parlamaya neden olur ve içimizdeki kibritlerden birini yakar. …Bu duyguyu yaşamak isteyen herkes, kendi içindeki patlayıcıları keşfetmek zorundadır… Bir kişi eğer kendi tutuşturucularını zaman içinde keşfedemezse, içindeki kibritler nemlenir, hiçbir şekilde yanmaz olur. O zaman ruhumuz bedenimizi terk eder. Karanlıkların içinde el yordamıyla boş yere kendisine besin arar. Ona besin sağlayacak tek kaynağın terk ettiği, soğuktan titreyen o vücutta olduğunu bilmez.” 

Kitap Ölçer Puanım: 8.8/10


53 görüntüleme0 yorum

İlgili Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page