Ben ile başlıyorsa tüm cümlelerim, bir sebebi vardır - kökünü Narkissos'tan almayan elbet..
Bir yanda, bir dünya tamamen ben ile başlıyor. Gören göz, işiten kulak, tüm bunların bilgisini katatonik biçimlerde yeniden üreten kozmosumun sınırları.. Hepsi ben hangi yollardan yürüdüysem öyle şekilleniyor. Dahası bunların hepsini bir yabancı olarak "ben"im bir araya getirip çözmem ya da fark etmem gerekiyor ki sonu bir yere varsın. Belki de ben öyle hissediyorumdur. Hemen radikal bir şekilde sezgiselliğe başvurmasam bile anlam orada öylece durmamalı sanki, bir şeyler olmalı, bir eylemlilik..
Diğer yanda, her ben deyişimin ardında bir senin de kendiliğinden varoluşu.. Bildiğimiz toplum, iletişim, kitle, sosyal psikoloji gözüyle de değil! Benim algıladığım; aynılık, birlik; farklı yollardan, ayrı şekillerden hep aynı yola çıkmamız, özünde hep aynı eksiklikler, arayışlar, düşüşler ve daha nice varlık halleriyle onların yansıdığı farklı sular yani; bir biz.. Ben'de olanın senin yüzünden, senin sayende veya senin için olmasından ötede bir yerde; sen'de farklı da olsa bir tezahürünün mutlaka bulunması anlatmaya çalıştığım. Neticesinde insan olmak, şu dünya halinde olamamak belki, canlı olmak, bu yeryüzünde olmak... Öyle hümanist fikirlerle de alakası yok bu meselenin, çünkü insan merkezli hiyerarşik bir evren olmamalı var olduğumuz yer. Belki hayvanların, bitkilerin hatta nesnelerin de bir dili, anlattıkları bir şeyler var, biz anlamıyoruz henüz sadece. Hâlbuki insan doğası diye bir şey de yok ama çok iyi biliyoruz anlamadığımız her şeyden korkmayı, korktuğumuz için hepsiyle tahakküm ilişkisi kurmayı! Gerçekten durup baktığımızda uyum için de kalmak daha kolay bir yoldu. Yeryüzünün kendi dengesi ile uyumluluktan bahsedince de gelişme,-modernleşme- önümüze sürülüveriyor hemen. Ancak ilkellik, basitlik demek de gelmiyor içimden bir türlü bu duruşa, çünkü aslında ilkel ve basit her ne varsa daha çok anlama işaret ediyor bugün. Hem evren çok daha fazla olasılığa sahipken neden illa bir yolu bütünüyle seçmek zorunda olalım ki?!
Düşünceleri eğip bükmekten korkmayan bir güzel insan, insanlık mevzusunda( ve onun yaşayış ilkeleri üzerine); iki birbirine zıt ve bir bağdaştırıcı yaklaşımı değerlendirirken bir kitabında; tartışmanın sonunu, beni tam on ikiden vuran bir yerde bağlıyordu. Mesele, görmek veya zeka meselesi değil; aslında herkes bal gibi görüyor ve algılıyor her şeyi. İnsan olmakla, bazen insan kalabilmekle sınırlarını çizdiğim aslında adalet, eşitlik ve özgürlük istencine dair her şey.. Esas mesele hissedebilmekte diyordu. Orasını ben çoktan anladım da yolun buradan sonrası sarpa sarıyor sanki..
En azından ben(?), aldığım ilk nefesten itibaren neden burada ve bu surette olduğuma hala bir mana bulamamışken bir başka canlının nefesi üzerinde söz söyleme hakkını nereden, nasıl buluyor bu insancıklar hala, evet hala algılayamıyorum. Daha devamı da var bu hadsizliğin ama önce can!
Bu karanlığın içinde yaşamaya çalışırken sığındığımız her şey de birer birer kayıyor sanki ellerimizin arasından, küçük ama etkili umut istasyonlarımız.. Artık delire delire, dönüşe dönüşe safları sıklaştırınız..
Akasya Tohumlarının Yazarı*
Ursula K. Le Guin'e ithafen...
22.01.2018
コメント