Mümkün Ütopya - Yaşanılabilir Bir Toplum İçin Stratejiler
Güncelleme tarihi: 13 Eyl 2021
-yaşanabilir bir toplum için stratejiler
"Zihinler değişiyor. Rejimler çöküyor. Yeni yapılar doğuyor. Çalkantılı zamanlar, çalkantılı değişimler yaşanıyor. Yine de zaferin kaçınılmaz olduğunu söyleyemeyiz. Peşine düşülen hedeflere erişmek için insanlar acı ve öfkeden sıyrılıp harekete geçmeli, bölünmüşlükten beraberliğe ve mücadeleden zafere yürümeli. Anlık zaferlerin ötesinde yeni toplumsal ilişkiler biriktiren ve çeşitlendiren kazanım yörüngelerine ihtiyacımız var.

Bu yazıda üzerinde duracağımız kitap, Kolektif Kitap’tan, Barış Baysal’ın Türkçeleştirmesiyle 2018 yılında çıkan Mümkün Ütopya. Hepimizin hayatlarında etkisini öyle ya da böyle hissetmeye başladığı, sistemlerin dibe vurma hikâyesinin, aslında büyük resme bakınca nasıl durduğunu gösteren bir okuma deneyimi söz konusu burada. Ve tabii bulunduğumuz bu yerden rotamızı toplumsal anlamda nasıl daha iyi bir konuma çevirebiliriz sorusunun karşılığını arama girişimi de dâhil bu deneyime...
“Katılımcı ekonomi” isimli iktisat teorisinin yaratıcılarından biri olan, aynı zamanda Amerikalı aktivist ve yayıncı kimliği ile öne çıkan Micheal Albert’ın kitabının girişinde Noam Chomsky’nin yazdığı bir önsöz de bulunuyor, ancak bana kalırsa, devamında Albert’ın adım adım inşa ettiği toplumsal durum anlatısı Chomsky’nin sığ önsöz yazısından daha çok şey vadediyor.
Bu kitabı, bireysel yaşamlarımızın ne kadar politik olduğunun farkında olan (bknz. “Özel olan politiktir!”), bunun yanı sıra toplumsal bir durum okuması yapmaktan zevk alan kitap kurtlarına önerebilirim. Çünkü kitap ele aldığı konu ekseninde hepimizi, ulus - devlet sisteminde yaşayan modern(?) toplumların içinde bulunduğu güncel durum ve bu durumdan nasıl daha iyi bir yere evrilebilirin üzerine düşünmeye davet ediyor. Yer yer fazlaca ütopik bir hal alsa da, bence günümüz sistemlerini eleştirip karamsar bir noktada bırakmak yerine (pek çok postmodern kuramcının yaptığı gibi), elini taşın altına koyarak, çözüm fihristi oluşturmak için ilk adımı atıyor. Bunu yaparken de herhangi bir –izm’in peşine takılmıyor, aksine; eleştiriye açık, esnek bir akıl yürütme ile tarihten aldığımız dersleri önümüze koyarak ve dahası göz ardı edemeyeceğimiz toplumsal gereklilikleri plana dâhil ederek bir çözümler haritası ortaya koyuyor.
Ayrıca belirtmeliyim ki Albert, bu kitabında evrensel bir toplumsallık için gözden kaçırılmaması gereken belli başlı kurumlar üzerinden bir çerçeve çiziyor ve bu akıl yürütmenin, her toplumun yerel/özgül koşullarına göre uyarlanabilecek bir çizgide olmasının ne kadar elzem olduğunu da not düşüyor.
Mümkünleşen ütopyaya doğru…
“Dünya çapında milyarlarca insan aşırı yoksulluk koşullarında yaşıyor. Milyarlarcası aç. Çok daha fazlası hayatı tümüyle ve verimli yaşamak için gerekli boş zaman ve sağlıklı ortamdan mahrum.
İktisat, siyaset, toplum ve aile de insanlığa büyük bedeller ödetiyor. Neden hayatını sürdürebilenler bu kadar ağır bir faturayı ödemek zorundalar? Zengin daha da zenginleşiyor, yoksul daha da yoksullaşıyor.”
Kitap; “fikirlerimiz, amaçlarımız ve yöntemlerimiz” olmak üzere üç ayrı başlıkla karşımıza çıkıyor. Fikirlerimiz bölümünde, hayatlarımızın çok yönlü olmasından mütevellit, toplum dediğimiz şeyin hangi yapılar üzerine inşa olduğunu basitçe anlatıyor Albert. Bu yapıları ilk etapta, kurumlar ve inançlar olarak kavramsallaştırıyor. Ve hemen devamında akrabalık, kültür, yönetim ve ekonomi gibi alanları irdeleyerek hem toplumsallığın hem de bu alanların içerisinde geçişli bir şekilde köklenen ırk, cinsiyet ve ekonomi hiyerarşilerinin bir çerçevesini çiziyor. Bu noktada Albert’ın şimdiye kadar eşitsizlikler üzerine yazılan klasik metinlerden farkına dair bir örnek verecek olursam, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin akrabalık ilişkileri içinde yeniden üretimine engel olabilecek yeni akrabalık kurumları önermesi olabilir.
"Şuna bütün kalbimle inanıyorum. Bir kadının iki seçeneği vardır: ya bir feministtir ya da bir mazoşist."
Gloria Steinem
Bir iktisatçı olarak, aynı bütüncül yaklaşımını, cesurca, ekonomi alanında yapılabileceklere de dikkat çekerken sürdürmesi de bir başka önemli nokta olarak göze çarpıyor. Çünkü bu alan toplumsal yaşamın en çetrefilli ve eşitsizliklerin çözülmesi anlamında en zor alanıdır. Dolayısıyla bu alandaki öneriler bireysel/ kolektif bir ahlak anlayışını da beraberinde zorunlu kıldığı için biraz daha ütopik görünmektedir. Ancak yine de üzerine düşünmeye değer bir tartışma alanı yaratıyor bu kitap.
Albert, hayallerimizdeki ütopik toplumsal yaşamı mümkün kılmak için bir alet çantası oluşturuyor ve bu çantanın içine hiçbirini diğerinden ayrı tutmayacak şekilde ekonomi, siyaset, akrabalık ilişkileri ve kültürü bu yoldaki araçlar olarak ekliyor. Ve bahsi geçen tüm alanların birbirleri ile bağlantıları sayesinde nasıl; sınıfsal, dini, etnik, cinsiyet hiyerarşileri kurduğuna dikkat çekiyor.
Şimdi bu alet çantamızdaki araçlardan birkaçına kısaca bakacak olursak…
Kültür
Albert’ın da bahsettiği şekilde, kültürel alan aslında hiç de azımsanamayacak bir öneme sahiptir ve nüfusun çoğunluğunu şekillendirerek toplumsal yapının görünmeyen elini oluşturur. Modern toplumların yaşantısına baktığımızda bunun bir gölgesini, gelişen teknolojilerin, değişen şehir yapılarının, binaların ardında aslında hiç değişmeyen insan ilişkilerinde görebiliriz. Tabi bu gölgenin karanlık tarafını besleyen kitle iletişim araçlarının (medya), bireysel hayatın dışına taşıp kısıtlayıcı hale gelen dini kalıpların (geleneksel/dogmatik adetler), kirli siyasetin aracı olduğu mekanizmalarla (medya, eğitim araçları vb.) bilerek körüklenen söylemlerin veya gerçekliklerin üstü kapatılarak dikkatlerin başka yönlere çekilmesinin de payı büyüktür.
Ekonomi
Toplumsal yaşamın olmazsa olmaz kilit noktası ve en büyük kaosun merkezi ekonomik döngünün işleyişi ve gelir dağılımının kriterlerinin neye göre belirleneceğidir. Benim gibi sosyal teori üzerine çalışanların ezbere bildiği gibi; içinde yaşadığımız kapitalist sistem kendi varlığını eşitsizlikler üzerine inşa etmiştir ve bu eşitsizliklerden beslenir. Buradaki hiyerarşik yapılanmanın önüne geçebilmek için Albert’ın önerdiği biçim ise “daha kapitalist” olan işletmeyi ödüllendiren rekabetçi sistem yerine, daha fazla topluluğun haklarını gözeten işletmelerin kazandığı, dolayısıyla ‘hardcore’ kapitalizmin değil de daha ‘win / win’ mantığıyla hareket eden, bireyselci değil toplulukçu bakış açısına sahip olan bir anlayışın özendirildiği bir sistemdir. Şimdi yaşadığımız açgözlülük/ bencillik çağına durup bakınca biraz zor ve ütopik bir fikirmiş gibi görünmekle beraber belki bir gün (herkesin ağzı yeterince yanınca) neden olmasın?
Albert’ın ‘katılımcı ekonomi’ anlayışı içerisinde ön plana çıkan konuların başında toplumsal cinsiyet eşitliği ve ekoloji geliyor. Günümüz dünyasına bakınca istisnasız her toplumda toplum nüfusunun yarısını oluşturan kadınların ekonomik alanda hakları gözetilmiyor, toplumsal cinsiyet rollerinin getirdiği kalıpların arasına sıkışıyor (belirli işler yalnız bu cinsiyete sahip kişiler yapar vb.) ve eşitlik mücadeleleri görmezden geliniyor. Bu noktada Albert’ın katılımcı ekonomi, ve bireylere duyarlı kültürel değişim fikri; çocukların eğitimi ve bakımı konusundaki itibarsızlaştırma eğilimine de dikkat çekerek bir kez daha gönlümü kazanıyor. Ayrıca benimsediğimiz ekonomik sistemin, ekolojiye, canlı yaşamının bugünü ve yarınına zarar verebilecek her türlü faaliyete duyarlı bir sistemle değiştirilmesi gerekliliğini de özellikle vurguluyor.
Siyaset
Topluluklar halinde yaşamanın bir başka çetrefilli alanı yönetim ve siyaset. Bildiğimiz üzere insan doğası gereği tek başına var olamayan bir canlı, ancak bu durum içinde yaşadığımız şekliyle hiyerarşik kademeler ve biat ilişkisine dayalı bir yönetilme halini zorunlu mu kılıyor? Buna cevaben Albert’ın ele aldığı ‘katılımcı siyaset’ in odak noktasını çekirdekten (yerelden), dış kabuğa (merkezi yönetim/ meclise) kadar uzanan bir örgütlenme ve siyasi kararlara katılma oluşturuyor. En sade haliyle Amerikan tipi demokrasiyi andıran bu sistem, adem-i merkeziyetçi veya başkanlık tipi yönetimlerin eksiklikleri göz önüne alarak tasarlanmış gibi duruyor. Kısaca, bu sisteme göre herkes vatandaş olarak haklarının ve sorumluklarının farkında olarak, sistemli bir şekilde bulunduğu yerdeki karar alma mekanizmasına dâhil olacak ve sistem bir domino gibi yerelden büyüyerek merkeze (en dış çepere kadar) işleyecektir.
Siyaset anlamında Albert’ın değerlendirmelerinde, uluslararası siyaseti takip etmesek bile kendi ülke siyasetimize dair, sekterlik ve diktatörlük gibi pek çok konuda ortaklık yaşayabiliriz. Ve tabii siyaset alanının da toplumsal hayatı şekillendiren diğer alanlarla girift ilişkisini açıkça ortaya koyan bir okuma yapmış olmak da cabası.

Michael Albert’ın, burada daha fazla değinmeyeceğim feminizm, küreselleşme, toplumsal hareketler, ekoloji gibi toplumsal yaşama dair pek çok alana yayılan eleştirisi ve önerisi var “Mümkün Ütopya” kitabının içerisinde. Bir kısmı hayal etmesi eğlenceli öneriler, bazıları ise eleştiriye ve dolayısıyla geliştirilmeye açık olan fikirler. Ancak ele aldığı konunun ne kadar geniş ve aynı zamanda da ne kadar girift olduğunu aklımızın bir köşesinde tutarsak okuması ve üzerine düşünmesi oldukça keyifli bir kitap olduğunu söyleyebilirim.
Zaman zaman her sohbetin dönüştüğü “Nolacak bu memleketin hali?” ya da onun kardeş cümlesi “Nolacak bu dünyanın hali yav?” minvalindeki tartışmalara gerçekçi, bağlantıları kaçırmadan ve bütünlükçü bir fikir dağarcığı ile katılmak isteyen herkese önerimdir. Çünkü, Albert, Mümkün Ütopya’da genel dünya halinin bir özetini sunarken, öte yandan hiçbir noktayı göz ardı etmeden çağı yakalayan eleştiri ve önerilerini herkesin okuyabileceği bir dilde okuyucuya iletiyor. Ve bunu gerçekçi olacağım derken karamsarlık bataklığına düşen yazarlarınki gibi eleştiri bombardımanına dönüştürmeden yapmayı beceriyor. Hadi okuyun gelin birlikte tartışalım! :)
"Birbirimizden ayrı olduğumuz yanılsaması, bilincimizin optik bir yanılgısıdır."
Albert Einstein
Comments