İletiler Arasındaki Benlik
Günlük yaşamlarımız iletiler ve bağlantılardan ibaret olduğu için iletişim şeklimiz aslında pek çoğumuzun üzerinde durmadığı ölçekte bir öneme sahip. Buradaki öznel iletişim deneyimini biraz daha açarsak, sosyal ilişkilerimizde kendimizi; duygu ve düşüncelerimizi ne kadar doğru ifade edebildiğimiz söz konusu olan, dahası bunu yaparken empatik – şiddetsiz bir iletişim yolunu tercih edebilmemiz herkes adına en sağlıklı yol olarak karşımıza çıkıyor.
Bu hafta bu konu üzerine okuduğum İletişim Yayınları tarafından ilk defa 2000 yılında basılmış olan “Hayır Demeyi Bilmek – Sağlıklı Sosyal İlişkiler İçin Reddetmeyi Öğrenmek” kitabı etrafında tartışmak istiyorum biraz. Kitap beni çok iyi tanıyan ve gerçekten iyiliğimi isteyen bir yakınım tarafından bana hediye edildi bu arada :) Çünkü kendisi de çok net bir şekilde görüyordu ki ben de tüm “Hayır” demeyi beceremeyenler gibi kendi sınırlarımdan feragat etme pahasına da olsa sevimsiz görünmemek, reddedilmemek ve eleştirilmemek adına zaman zaman hayırı kolayca söyleyemeyen birisiyim.
Hayır Demeyi Bilmek

Kitap da tam olarak bu durumun kökenine iniyor ve iletişim kurarken hissettiğimiz yoğun hislerin yol açtığı ifade edememe durumunun nereden geldiğini anlatıyor. Aynı zamanda da toplumsal ilişkiler ağı içerisindeki farklı durumları irdeliyor ve nihayetinde bireysel ve bireyler arası sağlıklı iletişim için konuşma diline eklenebilecek ufak ipuçları veriyor.
Ancak kitabın yazarı olan Marie Haddou bir psikolog olsa da, kitapta istemediğimiz bir durumla karşı karşıya kaldığımızda verebileceğimiz karşılıklar için verdiği örneklerden bazılarının kulağa çok da hoş gelmediğini söylemeliyim. Bu durum orijinal kitabın 1997 basım olmasından ötürü o dönemki psikolojik yaklaşımların genel kabullerinin günümüzden bakınca biraz eksik ve demode kalmasından mı kaynaklanıyor yoksa psikolog olan Haddou’nun benimsediği yaklaşımdan mı ileri geliyor bilemiyorum. Yine de özellikle çocukların istekleri karşısında hayır deme bölümünü göz ardı edersek eğer, kendisine yatırım yapmak ve sosyal hayatta ayağına takılan bu gibi durumlarla daha sağlıklı bir şekilde başa çıkmak isteyen herkese önerilebilir bir kitap.
“Hayır” Diyememek Nereden Geliyor ve Aslında Kimler İçin Kullanışlı?
Uslu çocuklar, hanım hanımcık genç kızlar, vur ensesine al lokmasını insanlar!.. Tam da işte burada bir şeyler doğru değil..
Sosyal ağlar içerisinde her gün farkında olmadan bir şeylere evet diyoruz ve işin ilginç yanı biz bu gönülsüz evetleri etrafa saçarken çeşitli otoritelerin büyük puntolarla yazmış olduğu “Hayır”lar başımızın üstünde sallanıyor. Evde, okulda, işte ve hatta alışverişte bile karşı karşıya kaldığımız bir durum bu. Zira kişilerarası ilişkilerde, topluluklar içerisindeyken kendi özgün benliğimize uygun hareket etme isteğimiz kurallara ve yasaklara tabii tutulup sınırlandırılırken bizler uyumlu, geçinilebilir, başarılı ve sevimli olmak adına içimizden gelen reddi bastırmaya uğraşıyoruz. Belki arkadaşlığımızı tehlikeye atmamak için, sevdiğimiz insanı kaybedeceğimiz sanrısına kapıldığımız için, belki işimizin tehlikeye girebileceğini düşündüğümüz için, belki de yapışkan - ısrarcı bir satış danışmanından kurtulabilmek için evet demek zorunda hissediyoruz. Peki hayır dersek karşılığında alacağımız bu cezaya inancımız nereden geliyor?

Hayır Diyebilmek Neden Bu Kadar Zor?
Yukarıda da bahsettiğim, hayır dediğimizde gerçekleşecek kötü şeylere olan kalıplaşmış inanç çocukluğumuzdan geliyor tabii ki! İki - üç yaş arasındaki benliği ispatlama kriziyle birlikte beş yaşına kadar aldığımız geri bildirimler aslında yetişkin(?) hayatımızda bizi bu cendereye sokan şeyin kaynağını oluşturuyor. Hayatımızın en çok bizim kontrolümüz dışında gelişen döneminin bütün yaşam deneyimlerimizi bu kadar derinden etkilemesi maalesef ki yine şaşırtmıyor. Bu dönemde ebeveynleri tarafından istekleri ve tercihleri dikkate alınmayan aksine şiddetli bir biçimde bastırılan çocuklar yetişkin dünyasına kabul edilmemeyi ve sevilmemeyi göze alamadıkları için benliklerinden feragat etmeyi tercih ediyorlar.

Ve nihayetinde yalnızca sevilme ve güvende hissetme ihtiyacı ile hareket eden çocuklar için bu tehdit ortamında “Hayır” diyerek kendi ihtiyaç ve isteklerini beyan etmek tehlike ile özdeşlemiş oluyor. Bu tehlike çanları neye delalet öyleyse? Sevilmeme, kabul görmeme, eleştirilme, küçümsenme, başarısız görülme ve dışlanma korkusu… Dolayısıyla hayır demeyi bu korkularla özdeşleştirmiş bir bilinçaltına sahip her yetişkin için istenmeyen durumlara ses çıkarmak ve hayır demek oldukça zor bir hal alıyor. Ayrıca bireylerarası her türlü iletişim şekline de önce karşılarındaki kişiye sonra da kendilerine güven sorunu yaşayarak başlamalarına neden oluyor .
Gelelim kimlerin işine yarıyor bu hayır diyememe durumu?
Başta çocukluğun getirdiği yeniliklere açık olmayan ebeveynlerin işine yarıyor şöyle ki; çocuğun tamamen kendi dünyalarına uyumlanmasını sağladıktan sonra pek çok sorumluluktan kurtulmuş bulunuyorlar. Ailenin ardından toplumsal her kurum için daha kullanışlı görülüyor bu bireyler. Çünkü aile içinde başlayan bu otorite tarafından hizaya sokulma hali, okul sıralarında kolayca disipline edilebilir yığınlardan, iş hayatında uyumlu çalışanlara, hatta piyasanın istediği pasif tüketiciden, otoritenin karşısında manipüle edilebilir, söz dinleyen hastaya kadar çeşitli alanlara evrilerek her yerde kullanışlı bir insan modeli elde etmiş oluyor.
Savunma Mekanizması Ne Kadar İşliyor?
Bu anlamda sıkıntı yaşadığının farkında olan yetişkinler olarak bizler istemediğimiz bir durumla karşı karşıya kaldığımızda veya içimizden gelen bariz bir reddedişi açıkça ortaya koyamadığımızda ne yapıyoruz?
Aslında bunun için tercih edilen üç seçenek ön plana çıkıyor. İlki, karşılaştığımız durumun çok da önemli olmadığına kendimizi inandırmaya çalışıyor ve böylelikle içimizdeki rahatsızlığı bastırmış oluyoruz. İkinci yol olarak, hayır demek yerine yalan söyleyerek çeşitli bahaneler üretiyoruz ve bu bizi sonrasında daha çok yalana yönlendiriyor, ertelediğimiz her hayır, içinden çıkılamaz bir hale geliyor. Ve en son seçenek olarak da kendi istek ve duygularımızı geri plana atıp önümüze konulan her neyse onu kabul ediyoruz.
Bu savunma mekanizmasının da ayağına dolanıp gelen nahoş sonuçları oluyor elbette! Öncelikle küçümsenen rahatsızlık verici durumlar, ses çıkarılmadığı için dozunu artırarak devam ediyor ve bunun sonucunda kişiyi duygusal ve ruhsal anlamda yıpratarak o ortamdan/ insanlarda