Nihan Kaya'dan İyi Aile Yoktur
Çocukluk bir cehennemdir…

Çocukluk neden bir cehennemdir? Şöyle açıklıyor Nihan Kaya: “ Çocukken bize yapılan yanlışların yanlış olduğunu bilmememiz.” Daha sonrasında bu yanlışları değerlendirebildiğimizde ise artık çoktan yetişkin olmuş olmamızdır. Kaya’ya göre çocukluğun başlıca travması da bizzat bu durumun içindedir. Neden ve nasıl olduğunu anlayamadığımız bir acının içerisinde yalnız ve dilsiz kalışımız çocukluk deneyimini cehenneme çeviren şeydir.
“Yerleşik bakış açımız, çocuğun ne zaman, neden ve nasıl acı çektiğini fark edebilmemizi önler maalesef. Daha kötüsü, yetişkinin farkında olmadığı bir şeyin farkına çocuk da varamaz. Çocuk, acı çektiğini bilmeden, anlamadan, tanımlayamadan acı çeker.”
Kaya’ya göre, en iyi anne - baba bile çocuğuna zarar verir, zaten bu zararı örtbas edebilmek için anne-babalık, kültür içerisinde dört bir yandan kurumsallaştırılmış ve kutsallaştırılmıştır. Ailenin çocuk dışında herkesi haklı gören ve kutsallaştırılan değerleri, daha sonra eğitim sisteminin de yardımıyla bütünleşik bir içselleştirme sürecinden geçerek ileride yerleşik kültür, devlet mekanizmaları ve toplumsal kurumların işleyişine uyum sağlayan bireylerin yetiştirilmesine katkı sağlamış olacaktır. Bu nedenle bütün sistem ne kadar sınırları ihlal edilip sömürülürse sömürülsün çocuk haklarını bunca zamandır görmezden gelmekte ve her türlü ebeveynliğin arkasında durmaktadır. "Ve bir insanın en olumsuz, en sağlıksız yanını gösterdiği kişi, her zaman, çocuğudur. "
“İnsanın çocuğuyla ve genel olarak çocuklarla ilişkisiyle yüzleşmesi, kendi çocukluğuyla yüzleşmesi demektir.”
Saygı İtaat Değildir
Kaya’nın üzerinde durduğu bir başka konu ise bizim kültürümüzde algılanış şekli ile “saygı” ve “ego” kavramlarıdır. Kültürümüzde ebeveynlere saygı, büyüklere saygı, öğretmene saygı, devlete saygı gibi kalıplar altında, esas anlamından uzaklaştırılarak kişilere itaat alışkanlığı kazandırılır hale gelindiğini ifade etmektedir. Nihan Kaya, bu durumun sonucu olarak, “büyüğe saygı” adı altında kendini “aşağıda - alt” hissettirdiğimiz ve üstüne itaati öğrettiğimiz çocukların da gelecekte kendisinden “alt” konumda gördüğü herkese ve her şeye aynı tavrı gösterme fırsatı kollayacağını belirtmektedir.
“Çocukların, asgari saygıya herkesten çok ihtiyacı vardır; çünkü egoları zayıftır ve bu egonun sağlıklı şekilde gelişebilmesi için çocukluk dönemindeki destek, bir daha asla yeri doldurulamayacak kadar önemli bir yere sahiptir. Bugün ‘ego’ sözcüğü maalesef yanlış biliniyor. Sağlıklı, güçlü bir egoya sahip kimse, kimseyi ezme ihtiyacı duymaz. Başkalarını ezme isteğine, tam tersine, egosu çocukken yeterince destek görmemiş ve sonrasında da gelişmemiş kimselerde rastlanır.”
Çocuğu korumakla onu pasifize etmek arasındaki çizgi o kadar ince ki…

“Bizim düşüncelerimizin sesinden çocuğun kendisi bile kendi sesini duyamazken, biz onu nasıl duyalım?”
“Kendisine ihanet etmeyi öğrettiğimiz çocuğun bize ve hayata karşı dürüst olmasını bekleyemeyiz. Ve sizin karşınızda ezilmesini öğrettiğiniz çocuğun, yarın öbür gün başkaları karşısında ezilmemesini, omurgası dik, sağlam durmasını beklemeyin!”
Kaya’nın kitabının birinci bölümü çocuğun aslında nasıl da her birimizden “ayrı” ve “yeni” olduğunu ve bu durumun birey olma, kendini gerçekleştirme ve yaratma yolunda esas mesele olmasına rağmen büyük resimde gözden kaçırıldığını anlatmak ister gibidir. Ancak bunu yaparken, şimdiye kadar olan bakış açımızın yetişkin dünyasının yerleşik düzenine göre olmasından kaynağını alan sığlığında; onu topluma kurban edişimizi neredeyse zarifçe diyebileceğim tasvirlerle ancak bakması zor kanlı bir tablo gibi gözlerimizin önüne sermektedir. İşte burada kitap hem bir özeleştiri kapısı araladığı hem de fark edilmemiş, ayrımına varılsa bile asla dokunulmamış ve hatta hakkı verilmemiş çocukluk travmalarından kalma yaralara parmak bastığı için okuması duygusal anlamda zorlayıcı bir hal alıyor. Ayrıca belirtmeliyim ki Nihan Kaya’nın bunu yapmaktaki amacının ebeveynleri topyekûn bir eleştiri bombardımanına tutmaktan ziyade her bireyin kendi çocukluğu ile yüzleşmesi amacıyla yaptığı da anlaşılıyor. Zira Kaya’nın da belirttiği gibi kendi içindeki çocukla ve çocukluk travması ile yüzleşemeyen bireylerin ilk kurban ettikleri kişi yine kendi etraflarındaki çocuklar olmaktadır. Ve bu kısır döngü kuşaklarca aktarıldığı sürece hiçbir toplumsal sorunumuz çözülemeyecektir. İşte çocukluğu nasıl algıladığımız ve çocuk hakları ile ilgili pozisyon alış şeklimiz bu yüzden önemlidir.
“Ne yana baksam, ne yana baksam, ne yana baksam yanakları her gün semiren, temiz, ütülü kıyafetleri üzerlerine her gün ayrı bir özenle giydirilen, sıcak tutulan, buna karşılık, bir “kişi” olmak üzere doğan ve bir “kişi” olmayı biteviye isteyen kişilikleri her geçen gün daha da ezilen, baltalanan, bedenleri büyürken ruhları her geçen gün daha çok solan, üşüyen, ölen, sömürülen, işkence gören çocuklar görüyorum ve bu durumu düzeltebilmek için, diğer yazdıklarımın üzerine böyle bir kitap yazmak ve bu satırları okuyanlardan da bunları erişebildikleri herkese anlatmalarını rica etmek, burada yazdığım ve yazamadığım şeyleri gidebildiğim her yerde ulaşabildiğim herkese gücüm yettiğince anlatmak dışında bir çare bulamıyorum.”
Nihan Kaya’nın çocukluk ile ilgili yazdıklarını daha genel bir perspektiften değerlendirebilmek amacıyla modern psikoloji okumaları yaptığımızda modern psikoloji tezlerindeki çocuğun yerleştirildiği konuma bakarsak eğer; gözümüze çarpan ilk noktanın bilimsel temellendirmelerin bile açıktan çocuğu suçlar/ kötüler nitelikte olacağıdır.
Modern psikolojinin temellerini atan isimlerden birisi kabul edilen Freud’un benlik gelişimi ile ilgili tezleri bunu en açık şekilde gösteren örneklerdendir. Kaya’nın da kitabında dikkat çektiği gibi, Freud kendisine terapiye gelen hastalarının hemen hepsinin ortak noktasının çocuklukta yaşadıkları travmalar olmasını fark etmesine rağmen bu durumu görmezden gelir ve ebeveynliği dolayısıyla da aile kurumunu eleştirmektense suçu çocuğa atmayı yeğler. Çünkü böylesi bir durumda toplumsal kabul görmesi daha kolay olacak ve böylelikle arzuladığı çapta bir tanınırlığa ulaşmış olacaktır.
Ancak Kaya’nın da ifade ettiği şekilde; depresyondan, anksiyeteden ve özgüven eksikliğinden mustarip olan, ama çocukluğunda benliği anne- babası tarafından derin şekilde yaralanmamış tek bir insan bile gösteremezsiniz. Hepimizin bir iç sesi vardır. Depresyon, anksiyete, özgüven eksikliği gibi durumlar, iç sesimizin kendimize karşı sertleşmesidir.
